
Bölümümüz öğretim elemanlarından Arş. Gör. Dr. Ahmet Kadir Uslu, Köyceğiz Sunumseverleri’nde “Bilincin Zor Problemi” başlıklı sunumunu paylaştı.
Bugün felsefe iki ana damar üzerinden ilerliyordu: Analitik Felsefe (özellikle Anglo-Sakson dünyasında gelişen, dilsel açıklık odaklı yaklaşım) ve Kıta Felsefesi (Avrupa geleneğinde daha tarihsel).
Sonra felsefede önemli yeri olan Qualia kavramını izah etti sevgili Uslu: Türkçede tek sözcüklük bir karşılığı yoktu. Ancak “fenomenal deneyim” ya da “öznel bilinçli duyumlar” şeklinde, dış dünyanın bizde bıraktığı izlenim ve hissiyatı ifade etmek üzere kullanılabiliyordu.
Platon, ruh kavramını felsefede sistematik biçimde ele alan en önemli düşünürlerden biriydi. Ruh–beden ayrımını, idealar dünyasıyla ilişkilendirdi. O dönemde her şey karşıtıyla vardı: ölüm hayatın, hayat ölümün karşıtıydı ve birbirlerini var ediyorlardı. Beden öldüğünde ruh idealar dünyasına katılır, ardından yeniden bir bedende yaşam bulurdu.
Platon’un Menon adlı diyaloğunda Sokrates, “anımsama kuramı”nı örneklemek üzere geometri bilmeyen bir köleye geometri soruları sorar ve kölenin doğru yanıtlar verebilmesini, ruhun önceki yaşamında bilgiyi edinmiş olmasına bağlar.
17. yüzyıla geldiğimizde Descartes, onu sonradan Zihin Felsefesi’nin kurucu isimlerinden biri yapacak tezlerle ortaya çıkmıştı. Descartes’a göre sağlam bilgiye ancak kuşku yoluyla ulaşılabilirdi: Bütün bilgilerimizden kuşku duymalıydık. Duyular bizi yanıltabildiği için onlara güvenilemezdi. Bunun için “rüya argümanı”nı geliştirdi: “Rüyalarımız o kadar gerçekçi olabilir ki uyanık olduğumuzdan ayırt edemeyiz; öyleyse gündelik yaşam da bir rüya olabilir.” Matematiksel doğruların bile kesinliğini sorguladı: Tanrı her şeye kadir olduğuna göre bizi yanıltamaz mıydı? Buradan da ünlü “kötü cin hipotezi”ne ulaştı.
Ancak Descartes, Meditasyonlar adlı altı bölümlük eserinin ikinci meditasyonunda bir dayanak buldu: “Yanıltan kim olursa olsun, aldatılan bir “ben” vardır. “Ben”i, yani zihnin varlığını inkâr etmek mümkün değildir. İşte ünlü önermesi buradan doğdu: “Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan Özdeşlik Kuramı ise zihnin beyine eşit olduğunu, zihin dediğimiz şeyin aslında beyinden ibaret olduğunu savundu.
Uslu, sunumunda ayrıca bilgisayar ve yapay zekânın bilinci sorununa değindi: Yapay zekânın bilinci olabilir miydi? Bizim gibi öznel deneyimler ve duygulanımlar yaşayabilir miydi? Sunumun sonunda katılımcılar da bu heyecan verici konu hakkında kendi düşüncelerini paylaştılar ve akıllarında deli sorularla oturumdan ayrıldılar.